Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2020/81 E. , 2020/224 K.
“İçtihat Metni”
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 15-71
Basit cinsel saldırı suçundan sanık …’in beraatine ilişkin İmranlı Asliye Ceza Mahkemesince verilen 28.06.2011 tarihli ve 86-64 sayılı hükmün katılan mağdure vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 20.10.2014 tarih ve 1171-11300 sayı ile;
“Katılanın aşamalardaki istikrarlı anlatımları, katılanın beyanlarını doğrulayan tanıklar…’nin ifadeleri ve tüm dosya içeriğine göre, suç tarihinde, hastane müdürü olan sanığın hastanede hemşire olup görev kağıdını imzalatmak için odasına gelen katılanın barışmak için elini tuttuğu, daha sonra dosya vermek için arşiv odasına birlikte gittiklerinde sanığın odanın kapısını kapatarak katılanın kafasını kendisine doğru çekip öptüğü, aynı gün sanığın eşine ait güveci almak için katılanla birlikte eve giderlerken, sanığın aracı durdurduğu arka koltukta oturan katılanın elini tutmak için elini uzattığı, katılanın elini çekmesi üzerine bacağına dokunmak suretiyle zincirleme şekilde kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle basit cinsel saldırı suçunu işlediği sabit olduğu gözetilerek mahkûmiyeti yerine beraatine hükmedilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan İmranlı Asliye Ceza Mahkemesinin 26.03.2015 tarihli ve 163-100 sayılı kararıyla sanığın basit cinsel saldırı suçundan TCK’nın 102/1-2. cümle, 102/3-b, 43, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiş, bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 22.12.2015 tarih ve 7346-11977 sayı ile;
“5237 sayılı TCK’nın 102/3-b. maddesinde düzenlenen hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle cinsel saldırı eyleminin söz konusu olabilmesi için sanık ile mağdure arasında bir hizmet ilişkisinin bulunması gerektiği, Kanun’da düzenlenen hizmet ilişkisinde failin yazılı veya sözlü bir hizmet akdine dayanarak mağdure üzerinde işe alma, işten çıkarma ve ücret gibi sosyal haklarını belirleme yetkisi olup sanığın bu nedenle astı konumundaki mağdureye söz geçirebilmeden kaynaklanan nüfuzunun bulunması gerektiği, somut olayda ise Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Disiplin Yönetmeliği’ne göre sanığın mağdurenin disiplin amiri olmadığı gibi Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği uyarınca ebe olan mağdure ile hastane müdür vekili olan sanık arasında bu anlamda hiyerarşik bir ilişkinin de bulunmadığının anlaşılması karşısında, sanık hakkında 102/3-b maddesinin tatbikinin mümkün olmadığı ve katılanın hükümden sonra 09.10.2015 tarihli dilekçesi ile şikayetinden vazgeçtiği anlaşıldığından takibi şikâyete bağlı olup TCK’nın 102/1. maddesinde düzenlenen basit cinsel saldırı suçundan dolayı aynı Kanunun 73. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca sanığın vazgeçmeyi kabul edip etmediği de sorulduktan sonra bir karar verilmesi gerektiği,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İmranlı Asliye Ceza Mahkemesi ise 14.04.2016 tarih ve 15-71 sayı ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.06.2016 tarihli ve 230202 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle ve Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 25.10.2016 tarihli ve 9320-7340 sayılı kararıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1407-2096 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 18.04.2017 tarih ve 445-2138 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 02.04.2019 tarih ve 650-285 sayı ile; gerekçeli kararın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına tebliğinin sağlanması için Yerel Mahkemeye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmiş ve yapılan tebligat sonrası … vekili tarafından kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesince 05.02.2020 tarihli ve 7055-809 sayı ile; 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesine göre kanun yolu muhakemesinde davaya katılma talebinde bulunulamayacağından Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının temyiz istemi reddedilmiş ve dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmiştir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında hakaret ve tehdit suçlarından, mağdure-sanık … hakkında ise tehdit suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinden inceleme sanık … hakkında basit cinsel saldırı suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nın 102/3-b maddesinin uygulanıp uygulanamayacağının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, sanığın hazır bulunduğu oturumda hükümden önceki son sözün sanığa değil de sanık müdafisine verilmiş olmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından; bozmadan sonra yapılan yargılamada, direnme kararına konu hükmün verildiği 14.04.2016 tarihli oturumda, sırasıyla sanık ve müdafisine bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra, sanıktan son sözü sorulup sanık müdafisinin tekrar beyanı alınarak duruşmanın bitirildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz mercisince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “Kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “Son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484.); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149.) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel Mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada sanık ve müdafisine bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra, sanıktan son sözü sorulup sanık müdafisinin tekrar beyanı alınarak son olarak söz hakkı hazır bulunan sanığa tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nın 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İmranlı Asliye Ceza Mahkemesinin 14.04.2016 tarihli ve 15-71 sayılı direnme kararına konu hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 21.05.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.