Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2020/303 E. , 2021/242 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ: Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
- Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana Bölge Adliye
Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk
Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına
karşı direnilmiştir. - Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
- Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi: - Davacı vekili 30.01.2017 tarihli dava dilekçesinde; tarafların 1971 yılında evlendiklerini, ortak yedi
çocukları olduğunu, davalının müvekkiline karşı hakaret ve küfür içerikli sözler söylediğini, onurunu
kırdığını, küçük düşürdüğünü, birlik görevlerini yerine getirmediğini, son altı aydır eve gelmediğini,
engelli çocukları ile ilgilenmediği gibi üniversite öğrencisi olan ortak çocuğunda giderlerini
karşılamadığını, müvekkilinin akrabalarının maddi desteği ile geçimini sağladığını ileri sürerek tarafların
boşanmalarına, müvekkili yararına 500,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 20.000TL maddi ve 20.000TL
manevi tazminat ödenmesine karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı Cevabı: - Davalı 16.02.2017 tarihli cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, birlikten doğan görevlerini
yükümlülüklerini yerine getirmeye çalıştığını, evi kendisinin terk etmediğini, olay günü yaşanan
tartışma sonrasında davacının kendisini evden kovduğunu, emekli maaşı dışında hiçbir gelirinin
olmadığını, banka maaş kartının da evin ihtiyaçlarını karşılaması amacıyla davacıda olduğunu ileri
sürerek, boşanma dışında kalan tüm istemlerin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı: - Mersin 3. Aile Mahkemesinin 16.01.2018 tarihli ve 2017/67 E., 2018/24 K. sayılı kararı ile; erkek
eşin sorumsuz davranışlar sergilediği, evle ve çocuklarla ilgilenmediği, eşine ve çocuklarına karşı
hakaret ettiği, davacıya şiddet uyguladığı şeklinde gerçekleştirdiği eylemleriyle boşanmaya sebep olan
olaylarda tam kusurlu olduğu, kadın eşin ise kusursuz olduğu gerekçesiyle tarafların boşanmalarına,
kadın eş yararına 500,00TL tedbir-yoksulluk nafakası ile 10.000,00TL maddi ve 12.000,00TL manevi
tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı: - Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 21.02.2019 tarihli ve 2018/708 E., 2019/214 K.
sayılı kararı ile; kusur belirlemesine ilişkin istinaf başvurusu hakkında tarafların ilk derece
mahkemesince verilen boşanmaya ilişkin hüküm fıkrasını istinaf etmemeleri nedeniyle boşanma
kararının kesinleştiği, buna bağlı olarak kusur durumlarının da hüküm sonucu itibari ile kesinleşeceği,
bu nedenle nafaka ve tazminata esas olan boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların kusur
durumlarının incelemesinin mümkün olmadığı, aksinin kabulünün kesin hüküm kuralına aykırılık teşkil
edeceği, kusur belirlemesine yönelik itirazın hukuki anlamda sonuç doğurmasının da mümkün olmadığı,
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.03.2012 tarihli ve 2011/2-890 E., 2012/239 K. sayılı kararının da
bu yönde olduğu gerekçesiyle, kadın eş yararına takdir edilen nafaka ve tazminatlara ilişkin istinaf
başvurusunun ise; erkek eşin boşanmaya sebep olan olaylarda kusurlu davranışlarının ağırlığı, evlilik
süresi, tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak 6100 sayılı HMK’nın m. 353/1-b-1
maddesi gereğince oy birliği ile esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı: - Yargıtay 2. Hukuk Dairesince 17.06.2019 tarihli, 2019/3014 E. ve 2019/7192 K. sayılı kararı ile;
“…Hüküm davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden temyiz edilmekle,
evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Davacı kadın tarafından erkek eş aleyhine evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma davası
açılmış, ilk derece mahkemesince boşanmaya ve fer’ilere ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece
mahkemesinin bu kararı, davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlar yönünden
istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesi, davalı erkeğin, tazminatlar ve nafakaya yönelik itirazlarının
esastan reddine karar vermiş; kusur belirlemesine ilişkin itirazların incelenmesinde ise “….boşanma
kararının istinaf edilmemesi nedeniyle kusur oranı kesinleştiğinden, taraflardan birinin nafaka ve
tazminat yönünden kusura itiraz etmesi, sonuca etkili değildir. Kesinleşmiş mahkeme kararı ile
tarafların kusuru belirlendiğinden kesin hükmün bağlayıcılığı kuralı gereği, bundan sonra bu konuda
yeniden inceleme yapılamaz, boşanma davasındaki kusur belirlemesi tarafları bağlar….” şeklinde
gerekçe ile ilk derece mahkemesinin kusur belirlemesinin kesinleşmiş olması nedenine dayalı işin
esasını incelemeksizin reddetmiştir. Bölge adliye mahkemesinin hükmü taraflara tebliğ edilmiş ve bu
hüküm yasal süresi içerisinde davalı erkek tarafından aynı sebeplerle temyiz edilmiştir.
Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla,
hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm; şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılır. Bir
hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olması, sözü edilen hükme karşı tüm olağan yasa yollarının
kapandığı anlamına gelir. Maddi anlamda kesin hükmün koşulları ise 6100 sayılı HMK’nın 303/1.
maddesinde “Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda
kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm
fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde açıklanmıştır. Madde
metninden; bir kararın maddi anlamda kesinleşmesi için öncelikle şekli anlamda kesinleşmesi gerektiği
anlaşılmaktadır.
6100 sayılı HMK’nın 297. maddesine göre bir mahkeme kararında, tarafların iddia ve savunmalarının
özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli vakılar hakkında toplanan delillerin, delillerin
tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki
sebeplerin birer birer, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Bu kısım
hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe mahkemenin tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası
arasında köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar, tarafların
sundukları maddi vakıaların hukuki niteliği, hükmün dayandığı hukuk kuralları ve bunun nedenleri
açıklanır. Hemen belirtmek gerekir ki; hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan gerekçe kesin hüküm teşkil
eder. Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu, her olayın özelliğine göre belirlenir.
Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe,
hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve delillerden ibaret kalmayıp, hüküm
fıkrası ile ayrılması imkansız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da kesin hükme dahil
olduğunu kabul etmek gerekir.
Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesine gelince:
Davacı kadın tarafından Türk Medeni Kanunu’nun 166/1. maddesine göre boşanma davası açılmış, ilk
derece mahkemesince; boşanmaya neden olan olaylarda; kadının kusursuz ve erkeğin tam kusurlu
olduğu kabul edilerek, boşanmaya ve fer’ilere ilişkin hüküm kurulmuş, ilk derece mahkemesinin bu
kararı, davalı erkek tarafından boşanma kararına itiraz edilmeksizin; kusur belirlemesi, nafaka ve
tazminatlar yönünden istinaf edilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’na göre; boşanma davalarının eki niteliğinde sayılan yoksulluk nafakası, maddi ve
manevi tazminatlar, “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak
koşuluyla, geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka
yükümlüsünün kusuru aranmaz” (TMK.m.175) ve “mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma
yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat
isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan
diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
(TMK.m.174/1,2) denilmek suretiyle madde metinlerinde kusur unsuruna açıkça yer verilmiştir.
Belirtilen kusur unsurunun; boşanmaya sebebiyet veren olaylarda tarafların kusur durumunu
yorumladığı şüphesizdir.
Boşanma davasının eki niteliğindeki nafaka ve tazminat taleplerine ilişkin uygulamada; isteklerin tümüyasadan
kaynaklı birbirlerinin eki niteliğinde bulunduklarından boşanma kararı ve boşanmanın
fer’ilerine ilişkin kararlar, hükmün gerekçesiyle ve de gerekçede belirlenen “Boşanmaya sebebiyet
veren olaylarda tarafların kusur durumu” ile birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar. Boşanma davası ile
nafaka ve tazminat davaları arasında hukuki sebep birliği yoksa da birbirlerinin eki olması itibariyle
aralarında sıkı sıkıya bağlı, biri olmadan diğerinin varlık kazanamayacağı sebep ve sonuç ilişkisi vardır.
Tarafların, boşanmaya sebebiyet veren olaylarda kusur unsurunun tespit edilmiş olunduğu gerekçe;
münhasıran boşanma hükmüne değil, boşanma ve eki niteliğinde talep edilen istemlere ilişkin kurulan
hükümlerin tümünün gerekçesidir. Kesinlik sadece hüküm fıkraları için söz konusu ise de; hüküm
fıkraları ile gerekçe arasında anlatıldığı şekilde zorunlu bir bağ varsa hükmün gerekçesi de kesinlik
kazanır. Boşanma davasıyla belirlenen “Kusur unsurunun” tespit edildiği gerekçe bölümünün; kesin
hüküm ve kesin delil oluşturduğundan söz edilebilmesi için yukarıda anlatıldığı şekilde, kusur
belirlemesi aleyhine olağan kanun yoluna başvurulmaksızın ve yahut olağan kanun yollarına
başvurularak tüketilmiş olması sonucunda ancak şekli anlamda kesin hüküm oluşturduğundan
bahsedilebilinecektir.
Somut olayda; boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davalı erkek tam kusurlu bulunmuş, buna ilişkin
gerekçeye dayalı olarak da boşanmaya ve fer’ilerine karar verilmiştir. Hüküm davalı erkek tarafından
açıkça kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlara ilişkin istinaf edildiğinden ilk derece mahkemesince
tespit edilen kusur durumunun yazılı olduğu gerekçe bölümü aleyhine olağan kanun yoluna
başvurulmuş olması nedeniyle şekli anlamda kesinleşmediği ve HMK m. 303/1 maddesi gereği şekli
anlamda kesinleşmeyen bir hükmün maddi anlamda da kesin hüküm oluşturmadığı dikkate
alınmaksızın kesin hükmün varlığına dayalı olarak bölge adliye mahkemesince; davalı erkeğin kusur
belirlemesine ilişkin itirazının esası incelenmeksizin reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. O halde;
bölge adliye mahkemesince yapılacak olan iş; ilk derece mahkemesinin kusur belirlemesine ilişkin tüm
deliller değerlendirilerek tarafların kusur durumunun belirlenmesi ve bu belirlemeye bağlı olarak
boşanmanın fer’i niteliğinde bulunan yoksulluk nafakası ve tazminatlar yönünden karar vermekten
ibarettir. Bu husus gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi hukuka aykırı olup, bozmayı
gerektirmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı: - Adana Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin 06.11.2019 tarihli ve 2019/1480 E., 2019/1381
K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; tarafların ilk derece
mahkemesince verilen boşanma hükmünü istinafa konu etmediği, kararda belirlenen kusur durumu ile
nafaka tazminatlara itiraz edildiği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 28.03.2012 tarihli ve 2011/2-890
E., 2012/239 K. sayılı kararı dikkate alınarak kusur belirlemesine yönelik istinaf başvurusunun reddine
dair verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi: - Direnme kararı yasal süresi içerisinde davalı tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK - Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilk derece mahkemesince tarafların
boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştirdiği kabul edilen kusur belirlemesinin, hükmün boşanma
fıkrasına yönelik bölümünden bağımsız şekilde istinaf kanun yoluna konu edilip edilemeyeceği, burada
varılacak sonuca göre; bölge adliye mahkemesinin, ilk derece mahkemesince kabul edilen kusur
belirlemesine yönelik inceleme yapmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE - Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar
görülmektedir. - Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166.
maddesi;
“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış
olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz
hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin
devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar
verilebilir.
Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi
hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin
tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî
sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır.
Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü
değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde
tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz.
Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın
kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden
kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya
karar verilir.” hükmünü taşımaktadır. - Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü, somutlaştırılmamış veya
ayrıntıları ile belirtilmemiş olması nedeniyle evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime çok
geniş takdir hakkı tanımıştır. - Eldeki davada; TMK’nın 166. maddesine dayalı boşanma davası kadın eş tarafından açılmış, ilk
derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkek eşin tam kusurlu olduğu kabul
edilerek boşanma ve ferîlerine ilişkin hüküm kurulmuş, karar davalı erkek tarafından kusur belirlemesi,
nafaka ve tazminatlara yönelik istinaf edilmiş, bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada
boşanma kararının istinaf edilmemesi nedenine dayalı olarak tarafların kusur durumlarının kesinleştiği
gerekçesiyle kusur belirlemesine ilişkin itirazın esası incelenmeksizin reddine karar verilmiştir. - Kesin hüküm kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye sirayet etmez. Ancak gerekçe,
hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve istidlallerden (deliller) ibaret
kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde bulunuyor ise, istisnaen bu kısmın da
kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir (YHGK, 14.11.2012 tarihli ve 2012/583 E., 2012/789
K. sayılı kararının gerekçesinden). Öte yandan maddi anlamda kesin hükmü düzenleyen 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 303. maddesine göre kesin hüküm ancak konusunu oluşturan
husus hakkında geçerlidir. Kesin hüküm vardır denilebilmesi için davanın taraflarının, dava konusunun
ve dayanılan sebebin aynı olması gerekir. - Açıkça vurgulanmalıdır ki; gerekçenin kural olarak kesin hüküm etkisi bulunmamaktadır. Gerekçe;
hâkimin tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında köprü görevi yapar. Hükmün
gerekçe bölümünde sabit görülen vakıalardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep açıklanır. Hâkim gerekçe
sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını bir başka ifadeyle kendi kendini denetler. İstinaf
mahkemesi ve Yargıtay da, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde
denetleyebilir. İşte bu sebeplerle hükmün gerekçe bölümü maddi hukuk anlamında kesinlikten
tamamen arındırılmış olmayıp, öğretide ve uygulamada, hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olan
gerekçenin kesin hüküm etkisi olduğu kabul edilmektedir. - Medeni Kanunumuzda boşanma sebepleri özel ve genel boşanma sebepleri olmak üzere iki grupta
düzenleme altına alınmıştır. Boşanma hukukuna yön veren temel ilkeler; irade ilkesi, kusur ilkesi, evlilik
birliğinin sarsılması ilkesi, elverişsizlik ilkesi ve eylemli ayrılık ilkesi olarak beş grupta toplanmaktadır.
Kanun’un 166. maddesinde yazılı boşanma sebebi esasen evlilik birliğinin sarsılması ilkesine dayalıdır.
Söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak
derecede temelinden sarsılmış olduğu takdirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir
ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam
kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu
ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu
olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da mademki “birlik
artık sarsılmıştır” diyerek, boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir
düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği
yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2). Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 T.,
2014/2-594 E. ve 2015/2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel
sebeple (TMK m. 166/1) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir.
Yargıtay’ın uygulamaları ile vücut bulan ve ağır kusurlu eşinde boşanma talep edebilmesini düzenleyen
TMK’nın 166/2. maddesine göre az kusurlu durumda olan davalı eşin açılan davaya itiraz hakkı olduğu
unutulmamalıdır. Böyle bir durumda hâkim “ileri sürülen itirazın, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde
olduğuna ve ayrıca evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir
yarar kalmadığı” kanaatine vardığı takdirde boşanmaya karar verebilecektir. Başka bir ifadeyle
davacının ağır kusurlu olduğu durumlarda, az kusurlu davalının boşanmak istememesi tek başına
hâkimin davayı reddetmesini gerektirmez, az kusurlu eşin karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması
niteliğinde olduğu, ayrıca eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığının anlaşılması
karşısında hâkim boşanma kararı vermelidir. Aynı şekilde maddenin üçüncü fıkrasında tarafların
anlaşarak boşanma kararı almaları ve dördüncü fıkrasında eylemli ayrılıkları neticesinde evlilik birliğinin
temelinden sarsıldığı kabul edilmiştir. - Bu noktada kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanmasında yarar vardır. Boşanma
nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu
davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise
yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte
oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen
kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine
göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin
boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde
tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. - Tüm bu anlatılanlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde; genel boşanma sebebinin düzenleme
altına alındığı TMK’nın 166. maddesine dayalı boşanma davalarının evlilik birliğinin temelinden
sarsılması ilkesine bağlı olduğu, burada hâkimin evlilik birliğinin temelinden sarsıldığına kanaat getirdiği
durumlarda boşanmaya karar verebileceği, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda tespit edilen
kusur belirlemesinin ise sadece boşanmanın değil, boşanmanın feri sonuçlarını kapsayan velayet,
tazminat ve nafakalar yönünden de sonuca etkili olduğu, bu nedenlerle genel boşanma sebebine dayalı
davalarda tarafların kusur belirlemesine ilişkin gerekçe ile boşanma hüküm fıkrası arasında sıkı sıkıya
bir bağlılıktan söz edilemeyeceği kuşkusuzdur. - Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 07.02.1945 gün ve 4/19 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararı’nda açıklandığı üzere; dava dilekçesinde talep sonucu bölümünde davacı neye karar
verilmesini başka bir ifadeyle davalının neye mahkûm edilmesini istediğini açıkça yazar. Kuşkusuz
talebin birden fazla istemleri kapsaması halinde davacının talep sonucu, asıl talep ve feri talepler olmak
üzere iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile açması halinde bu
durum “objektif dava birleşmesi” olarak tanımlanır ve davacının her davaya ait talep sonucunu açıkça
ve ayrı ayrı göstermesi gerekir. Davanın esasına ilişkin bu taleplerin yanı sıra davacı talep sonucu
bölümünde eğer mevcutsa feri nitelikte taleplerde da bulunabilir. Dava dilekçesinin, talep sonucu
açısından özetlenen bu niteliklerine paralel olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararın hüküm
fıkralarında; davacının esasa ilişkin asıl talep ve feri talepleri iki bölüm halinde değerlendirilir ve bu
taleplerin tamamı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gereklidir (HMK m. 297). - Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.06.1993 tarihli ve 1993/2-133 E., 1993/481 K. sayılı
kararında; boşanma hükmünün asıl hüküm olan boşanma kararı yanında boşanmaya bağlı feri
hükümlerden oluşan adeta bir kombine hüküm mahiyetine haiz olduğu, bu feri hükümlerin ise bozucu
inşai nitelikte ve evlilik birliğini sona erdiren boşanma kararına bağlı ancak ondan bağımsız bir
karakterinin ve işleyişinin bulunmadığı, yine bu feri hükümlerin bir kısmının inşaya yönelik olabileceği
gibi bir kısmının tespit veya edime ilişkin olabileceği açıklanmıştır. Sonuç olarak boşanma kararı ile
eşler arasında evlilik bağını çözen ve evlilik birliğini sona erdiren boşanma unsurunun yanı sıra feri
unsurlarla da eşlerin boşanma nedeniyle uğrayacakları kişisel ve mali sonuçlar da hüküm altına
alınmaktadır. - Bilindiği gibi davanın tarafları; ilk derece mahkemesince aleyhlerine verilen kararlara karşı, HMK’nın
341 ila 373. maddeleri arasında düzenleme altına alınan hükümler uyarınca sırasıyla istinaf veya temyiz
kanun yollarına başvuru hakkına sahiptirler. Süresi içerisinde aleyhine kanun yoluna başvurulmayan
kararlar kesinleşirler. Kuşkusuz ki davanın tarafları hükmün bir kısmını kanun yoluna taşırken diğer
kısmını kanun yoluna taşımayabilirler. Özellikle objektif dava birleşmesi halinde verilen hüküm
taleplerinden yalnızca biri veya bir kısmı kanun yoluna konu edilebilir. Bu hal doktrinde kısmi
istinaf/temyiz olarak adlandırılmaktadır. Hükmün tamamının değil de aleyhe olan bir veya daha fazla
kısmının kanun yoluna konu edilmiş olması halinde hükmün kanun yoluna konu edilmeyen kısmı
kesinleşir. Burada kesinleşmeden maksat kesin hüküm olup, usule ilişkin kazanılmış hak değildir.
Çünkü burada kesinleşen yönler; bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeni ile değil, süresinde
itiraz edilmediği için kesinleştiği hususu tartışmasızdır. Benzer hususlar HGK’nın 25.03.1992 tarihli ve
1992/2-121 E., 1992/197 K.; 30.11.1994 tarihli ve 1994/2-570 E., 1994/769 K. sayılı kararları ile de
benimsenmiştir. - Yapılan açıklamaların ışığı altında somut olaya gelince; tarafların 13.09.1971 tarihinde evlendikleri,
bu evlilikten ergin yedi çocuklarının bulunduğu, boşanma davasının kadın eş tarafından açıldığı, ilk
derece mahkemesince boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkek eşin sorumsuz davranışlar
sergilediği, evle ve çocuklarla ilgilenmediği, eşine ve çocuklarına karşı hakaret ettiği, davacıya şiddet
uyguladığı şeklinde gerçekleşen davranışlarıyla tam kusurlu, kadın eşinse kusursuz olduğu kabul
edilerek tarafların boşanmalarına ve boşanmanın ferilerine ilişkin hüküm kurulduğu, kararın davalı
erkek tarafından açıkça kusur belirlemesi, nafaka ve tazminatlara ilişkin kısmen istinaf edildiği
görülmüştür. Bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada, tarafların boşanma hükmünü istinafa
konu etmemesi nedeniyle boşanmaya sebep olan olaylarda ilk derece mahkemesince gerçekleştirdikleri
tespit edilen kusurlu davranışlarında bu sayede kesinleştiği ve boşanma hüküm gerekçesinin artık kesin
hüküm teşkil ettiği belirtilerek tarafların kusurlarına ilişkin itirazın esası incelenmeksizin reddine karar
verildiği anlaşılmıştır. Hâlbuki yukarıda açıkça üzerinde vurgulandığı şekilde; kesin hüküm kural olarak
hüküm fıkrasına münhasırdır. Gerekçenin ise; hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir bağlılık içinde
bulunması halinde istisnaen kesin hüküm etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Genel boşanma sebebinin
düzenlendiği, evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma davalarının doğrudan birliğin
temelinden sarsılması ilkesine bağlı olması nedeni ile tarafların kusur durumlarının gösterildiği gerekçe
bölümü ile boşanma hüküm fıkrası arasında sıkı bir ilişki bulunmakla birlikte, bu ilişki birbirinden
ayrılması imkânsız bir bağ yaratmamaktadır. Zira boşanma davalarında; eşlerin boşanmaya sebebiyet
veren olaylarda tespit edilen kusur durumlarını gösteren gerekçe, boşanma hükmü yanında,
boşanmanın feri niteliğindeki velayet, tazminat ve nafaka istemlerine ilişkin kurulan hükmün tümünün
gerekçesidir. Boşanma davasıyla belirlenen “kusur unsurunun” tespit edildiği gerekçe bölümünün kesin
hüküm ve kesin delil oluşturduğundan söz edilebilmesi için yukarıda anlatıldığı şekilde kusur belirlemesi
aleyhine olağan kanun yoluna başvurulmaksızın veya kanun yollarına başvurularak tüketilmiş olması
sonucunda ancak kesin hüküm oluşturduğundan söz edilebilir. O hâlde; TMK’nın 166. maddesinin 1 ve - fıkralarına dayanan boşanma davalarında, hükmün boşanmaya ilişkin bölümünün temyiz edilmemiş
olması boşanma hükmü bakımından kabul edilmiş olan kusuru, bunu açıkça temyize getirmiş olması
koşuluyla boşanmanın feri sonuçları bakımından aleyhine kesinleştirmeyecektir. Boşanma hükmü
kesinleşen karar sonrasında ayrılan taraflar, yeni hayatlarına devam edebilecekler, yargılama ise; itiraz
edilen yönler üzerinden devam eder hale gelecektir. Aksinin kabulü yasal düzenleme ve hakkaniyete
aykırı olacağı gibi, kararı bir bütün olarak temyiz etme zorunluluğu yaratması nedeniyle boşanma
kararının alınmasını zorlaştıracak ve neticede sosyolojik ve toplumsal bir soruna da sebebiyet
verecektir. - Tüm bu nedenlerle hüküm fıkrasının boşanmaya ilişkin bölümünün istinafa konu edilmeyerek
kesinleştiği buna bağlı olarak da hükmün gerekçe bölümünün artık kesin hüküm etkisinde olduğundan
söz edilemez. Davada haklı çıkan tarafın dahi hukuki menfaati olduğu takdirde temyiz hakkı olduğu
gözetildiğinde tarafların ilk derece mahkemesince yapılan kusur belirlemesine karşı hükmün boşanma
fıkrasına yönelik bölümünden bağımsız şekilde istinaf kanun yoluna başvurabilecekleri şüphesizdir. O
hâlde; bölge adliye mahkemesince yapılacak olan iş; tarafların kusurlu davranışlarına ilişkin tüm deliller
birlikte değerlendirilerek tarafların kusur durumunun belirlenmesi ve bu belirlemeye bağlı olarak
boşanmanın fer’i niteliğinde bulunan talepler hakkında karar vermekten ibarettir. - Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce boşanma kararının istinaf
edilmeyerek kesinleşmesi ile boşanmaya esas alınan kusur belirlemesinin de kesinleşeceği ve istinaf
başvurusuna konu edilemeyeceği gerekçesiyle bölge adliye mahkemesinin davalı vekilinin kusur
belirlemesine yönelik itirazın esastan reddine ilişkin direnme kararının onanarak, sair temyiz
itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise
de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. - Hâl böyle olunca direnme kararının, açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması
gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda yazılı değişik gerekçe ve
nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Kesin olmak üzere, 11.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Hükümde bulunması gereken hususlar HMK 297. maddede sayılmış olup; hükmün sonuç kısmında,
gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle,
taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt
uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir (HMK 297/2).
Hükümde, hüküm sonucunun yer alması yeterli olmayıp ayrıca bu hüküm sonucunun gerekçesi de
bulunmalı ve bu gerekçe; tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları
hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini,
sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri de içermelidir (HMK 297/1-ç). Bu
hususları içermeyen bir gerekçe görünürde gerekçe olup gerçek bir gerekçe kabul edilemeyeceği gibi
usulüne uygun Kanunun aradığı anlamda gerekçe taşıyan bir hüküm kurulduğundan da söz edilemez.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasının zorunlu olması 2709 sayılı
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141/3. maddesinde anayasal bir ilke olarak yer almaktadır.
Hükümde gerekçe bulunması zorunluluğu yukarıdaki hükümler yanında HMK 298/3. maddede ayrıca
belirtilmiştir.
Bu zorunluluk, hükmün gerekçesi ile hüküm fıkrası arasında çelişki yaratılmamasını da gerektirir.
Gerekçeyle çelişen bir hüküm sonucunun da Kanun ve Anayasa hükmü olarak aranan anlamda bir
gerekçe içerdiği kabul edilemez.
Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz (HMK 298/3). Bu aynı zamanda
Anayasanın 141/1. ve HMK 28. maddesindeki aleniyet ilkesinin de bir sonucudur. Zira tefhim edilen
karara aykırı gerekçe yazılması aleniyet ilkesinin açık ihlâli niteliğini taşıyacaktır.
Yukarıdaki hükümlerin de bir sonucu olarak gerekçeli karar; hüküm sonucu kadar gerekçesiyle de bir
bütün olup hüküm sonucu ve gerekçe birbirini tamamlamaktadır. Bu bağlılık ve tamamlayıcılık, hüküm
sonucu ve gerekçenin birbirinden bağımsız olmadığını ve sabit görülen vakıaları da belirten gerekçeden
bağımsız olarak hüküm sonucunun kesinleşmeyeceğini ortaya koymaktadır.
Gerekçe ile hüküm sonucu arasındaki ilişki bakımından şekli anlamda kesin hüküm ve maddi anlamda
kesin hüküm kavramları üzerinde de durmak gerekir. Şekli anlamda kesin hüküm kesinleşmiş bir
hükmün varlığının ortaya çıkması, maddi anlamda kesin hüküm ise kesinleşen bir karar varken aynı
konuda yeniden dava açılamayacağı ve bu hükme aykırı yeni bir hüküm verilemeyeceğiyle ilgilidir.
Bir mahkeme kararına karşı başvurulabilecek kanun yolunun hiç olmaması veya mevcut olan kanun
yollarının tüketilmesi ya da süresinde kanun yollarına başvurulmaması hâllerinde şekli anlamda kesinlik
gerçekleşir.
Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm
oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci
davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK 303/1).
“Kesin hüküm, hükmü veren mahkeme de dâhil bütün mahkemeleri bağlar. Daha açık bir şekilde ifade
etmek gerekirse mahkemeler aynı konuda, aynı dava sebebine dayanarak, aynı taraflar hakkında
verilmiş olan hüküm ile bağlıdırlar; aynı uyuşmazlığı bir daha (yeniden) inceleyemezler; bu hâliyle
kesin hüküm bir defi değil itirazdır. Bu bağlılık kural olarak hüküm fıkrasına münhasırdır ve gerekçeye
sirayet etmez. Ancak gerekçe hükme ulaşmak için mahkemece yapılan hukuki ve mantıki tahlil ve
istidlallerden (delillerden yargıya varma) ibaret kalmayıp, hüküm fıkrası ile ayrılması imkânsız bir
bağlılık içinde bulunuyor ise istisnaen bu kısmın da kesin hükme dâhil olduğunu kabul etmek gerekir.
Hangi gerekçenin hüküm fıkrasına sıkı sıkıya bağlı olduğu her olayın özelliğine göre belirlenir.” (Yargıtay
HGK’nın 06.11.2018 T. 2016/22-393 E. 2018/1612 K. ve 06.05.2018 T. 2017/19-1628 E.-2018/1098
K. sayılı kararları).
Usuli kazanılmış hak ile maddi anlamda kesin hüküm birbirinden farklı kavramlardır. Usuli kazanılmış
hak henüz kesin hükmün oluşmadığı bir davadaki aşamalarla ilgilidir. Bir tarafın hükme karşı kanun
yolu başvurusunda bulunmaması, bulunmakla birlikte bazı kısımları için kanun yolu isteği olmaması
veya, mahkemenin bozma kararına uyması gibi nedenlerle usuli kazanılmış hak doğabilir.
Usuli kazanılmış hak, ilgili kısımların şekli veya maddi anlamda kesin hüküm oluşturacak şekilde
kesinleşmesi değildir. Bu nedenledir ki usuli kazanılmış hakkın istisnalarının söz konusu olduğu, yeni bir
kanun hükmü veya içtihadı birleştirme kararı çıkması gibi bazı hâllerde usuli kazanılmış hak söz konusu
olmayacak ve gerçekleşen bu aşamalara rağmen farklı bir karar verilebilecektir. Karar kesinleştikten
sonra ise bu usuli kazanılmış haklar bir önem taşımayacak ve bu kazanılmış haklara aykırı bir karar
verilmiş olsa bile kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmesi ile artık kesinleşen hüküm esas alınarak
değerlendirme yapılacaktır.
Hükmün verilmesi ve kanun yolu aşamalarında bu usuli kazanılmış haklar da gözetilerek verilen
kararlar ile kesin hüküm oluştuktan sonra artık bu kesin hükme müdahalede bulunulamaz. Kesin
hükmün dava şartı olarak düzenlenmesi (HMK 114/1-i) ile bu yasak; taraflar için aynı konuda yeniden
dava açılabilmesini, mahkeme için ise bu kesin hükme aykırı olarak davayı görmesi ve karar vermesini
engeller.
Bir hükmün şekli anlamda kesinleşmesinden sonra o hükmün kesin hüküm etkisi ortaya çıkar. Aynı
davanın, daha önceden açılmış ve görülmekte olmaması (derdestlik) dava şartı ise de (HMK 114/1-ı),
görülmekte olan dava kesinleşmiş ise derdestliğe ilişkin dava şartı eksikliği ortadan kalkacak bunun
yerine yine bir dava şartı olan kesin hüküm (HMK 114/1-i) devreye girecektir.
Kesin hükmün etkisinin ortaya çıkması için davanın açıldığı tarihin yani davanın önce, sonra veya
birlikte açılmış olmasının önemi olmadığı gibi kesin hükmün oluştuğu kararın aynı dosyada veya farklı
bir dosyada verilmiş olmasının da önemi yoktur. Yeter ki maddi anlamda kesin hüküm oluşturan şekli
anlamda kesinleşmiş bir karar bulunsun.
Bu usul kuralları yanında evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayalı boşanma davaları için
hüküm sonucu ve gerekçe bağlantısı yönünden maddi hukuk kurallarının da değerlendirilmesi gerekir.
Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış
olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir (TMK 166/1).
Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz
hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin
devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar
verilebilir (TMK 166/2).
Bu hükümlerden görülmektedir ki boşanma kararı verilebilmesi için davalının kusurunun bulunması
gerekir. Davalı kusursuz ise HMK 166/3. maddedeki istisna dışında boşanma kararı verilmesi mümkün
değildir.
Kusur boşanma için arandığı kadar boşanmanın ferî niteliğindeki bazı talepler için de önemli bir
unsurdur. TMK 174. maddedeki maddi ve manevi tazminat ile TMK 175. maddedeki yoksulluk nafakası
da kusuru esas alan bir düzenleme içermektedir.
Bu tazminatlar ve nafakada esas alınacak kusur, tarafların dayandığı vakıaları değerlendirerek
mahkemenin sabit kabul ettiği ve bunlara dayalı olarak boşanmaya karar verdiği vakıalardan ortaya
çıkan kusurdur. Diğer bir ifadeyle 174 ve 175. maddede yer verilen kusur unsuru tarafların boşanmaya
sebebiyet veren vakıalardaki kusur durumunu esas almaktadır.
“Türk Hukuku’nda kusurlu olup olmama durumu boşanmanın mali sonuçları yönünden önem taşıdığı
dikkate alındığında, kusur ve nedensellik bağı kavramlarının da açıklanması gerekmektedir. Boşanma
nedeniyle yoksulluk nafakası ve tazminat ödenmesine karar verilebilmesi için; bir eşin “kusurlu
davranışları” ile diğer eşte “tazminatlar yönünden zarar oluşumu ve yoksulluk nafakası yönünden ise
yoksulluğa düşme durumu” arasında “nedensellik bağı” olmasını gerektirir. Daha açık bir ifadeyle eşte
oluşan zarar ve yoksulluğa düşme olguları; boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleştiği kabul edilen
kusurlu davranışlar nedeniyle oluşmalıdır. Hâkim; olayların alışılan akışına ve yaşam deneyimlerine
göre, kusurlu eşin boşanmaya sebebiyet veren eylemlerinin, diğer eşte ağır zarar yaratması ve eşin
boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek olması arasında uygun nedensellik bağını kurduğu takdirde
tazminat ve nafaka ödenmesine karar verebilir. Hâkim, evlenmeden önce olan ya da boşanmaya sebep
olmayan olayları nedensellik bağının kurulmasında ölçü olarak alamaz. İşte bu sebeple; eşlerin kusurlu
davranışlarının boşanmaya sebep olup olmadığı yönünde kurulması gereken “nedensellik bağı”
kavramının, boşanmaya sebep olduğu iddia edilen vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediği hususunu
inceledikten sonra tarafların boşanmalarına karar verilmesinin gerekip gerekmediğine hükmeden
mahkeme tarafından yapılmış olması gerekliliği hususu kuşkusuzdur. Zira taraflar yönünden boşanma
kararını veren hâkim: o evliliğe münhasır, tarafların boşanmaya sebep olan kusurlu davranışlarını
belirlemiş ve boşanma kararı vermiştir. Tartışmasız olduğu üzere, taraflar yönünden boşanmaya sebep
olan olay veya olaylar artık belirlenmiştir. Boşanma kararının verildiği hükmün kesinleşmesi itibariyle,
artık o evlilik nedeniyle doğmuş veya doğacak olan tüm davalar boşanma kararının verildiği mahkeme
kararında yer alan kusur belirlemesi ile bağlıdır ve bu durumun doğal sonucu olarak yapılan kusur
belirlemesi, başka bir mahkemenin kararında tartışılamayacağı gibi yeniden kusur belirlemesi
yapılmasına da imkân tanımayacaktır.” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/2-2291 Esas, 2020/845
Karar sayılı ve 04.11.2020 tarihli kararı &24)
Boşanma davalarında gerekçede tartışılan ve sabit kabul edilen vakıalara dayalı olarak belirlenen kusur,
hüküm sonucuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Boşanma sonucuna karşı çıkılmamakla birlikte mahkemenin
gerekçesine ve bu gerekçede belirlenen kusur belirlemesine karşı çıkılıyorsa yapılacak kanun yolu
başvurusunun kapsamı bazı usuli kazanılmış haklar doğursa da boşanma hükmü ve gerekçesi bir bütün
olarak kesinleşmeyecektir.
Bir yandan boşanma hükmünün kanun yoluna başvurulmayarak kesinleştiği kabul edilip, diğer yandan
bu hükmün boşanmaya esas kusur yönünden kanun yoluna götürülebileceğini kabul etmek; hüküm
sonucunun kesinleşmesi, bunun gerekçesinin ise kesinleşmemesi gibi hükümlerin gerekçeli olması
zorunluluğuyla bağdaşmayan bir sonuç ortaya çıkaracaktır.
Boşanma hüküm sonucu kesinleşmiş olmasına rağmen, kusur temyizi nedeniyle boşanmaya sebep
kabul edilen vakıaların tekrar tartışmaya açılabilecek ve farklı bir sonuca varılabilecek olmasının usulde
hiçbir dayanağı olmadığı gibi maddi hukukla bağdaşmayan sonuçları da ortaya çıkacaktır. Örnek
vermek gerekirse; kusura ilişkin istinaf veya temyiz başvuruları sonucu davacı tümüyle kusurlu hâle
gelmiş ise veya her iki taraf tümüyle kusursuz hâle gelmiş ise boşanma koşulları gerçekleşmediği hâlde
boşanmaya hükmedilmiş olacaktır.
Usul kurallarımızda hüküm sonucu ve gerekçesinin birbirinden bağımsız olarak kesinleştiğinin kabul
edilmesini gerektirir bir hüküm bulunmadığı gibi yukarıda açıklanan hususlar gerekçe ve hüküm sonucu
için şekli anlamda kesinliğin birlikte gerçekleşeceğini de ortaya koymaktadır.
Yukarıda yer verilen kurallar ve açıklamaların sonucu olarak boşanma sonucu istenmekle birlikte
boşanmaya esas alınan vakıaların kabul ediliş biçimi ve buna bağlı olarak belirlenen kusur durumuna
itiraz edilerek kanun yolu başvurusunda bulunulmuş ise burada hükmün gerekçesinin temyiz edilmesi
söz konusudur. Gerekçenin doğru olmadığının ileri sürülmesiyle bu gerekçe kesinleşmediği gibi bu
gerekçeye bağlanan hüküm sonucu da kesinleşmeyecektir. Buna rağmen boşanma hükmünün istinaf
veya temyize götürülmediği belirtilerek kesinleştirilmesi isteniyor ve bu beyana dayalı olarak yargısal
uygulamada boşanma kararının kesinleştiği ve nüfusa işlenebileceği kabul ediliyorsa artık bu boşanma
kararı gerekçesiyle ve gerekçede sabit kabul edilen vakıalar ve buna bağlanan kusur derecesiyle
kesinleşmiş olacak ve kesinleşmeyen ferî talepler yönünden bu kesin hükmün varlığı dikkate
alınacaktır.
Somut olayda boşanma hükmünün istinafa konu edilmeyerek kesinleştiği, bölge adliye mahkemesi
hukuk dairesi ile özel daire arasında uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık boşanma hüküm sonucu
kesinleşmiş olmasına rağmen kusura ilişkin istinaf başvurusu yapılması hâlinde boşanma hükmünün
gerekçesi ve bu gerekçede sabit kabul edilen vakıalar ve buna bağlı kusur durumunun yeniden
incelenip incelenemeyeceği noktasındadır. Bunun bir diğer anlamı boşanma hüküm sonucu kesinleştiği
hâlde bu hüküm sonucu gerekçesinin kesinleşmemiş sayılarak istinaf incelemesine konu edilip
edilmeyeceğidir.
Mahkeme ile özel daire; boşanma hükmünün kesinleştiğini kabul ettiğine göre burada usuli kazanılmış
hak değil maddi anlamda kesin hüküm söz konusu olacaktır. Boşanma hükmü kusura bağlı olduğundan
kusura ilişkin gerekçe de kesin hüküm oluşturacaktır. Kesin hüküm oluşturan gerekçe karşısında artık
gerekçede yer alan sabit kabul edilen vakıaların ve buna bağlı belirlenen kusurun istinaf aşamasında
tekrar değerlendirilerek farklı bir sonuca varılabilmesi mümkün değildir.
Yargısal uygulamalarda boşanma davası kesinleştikten sonra açılan boşanmaya bağlı yoksulluk nafakası
ile maddi ve manevi tazminat davalarında boşanma davasında kesinleşen kusurun bağlayıcı olacağı da
kabul edilmektedir. Boşanma kararının bu davalar açılmadan kesinleşmiş olması ile boşanma kararının
aynı dava içinde kesinleşerek kesin hüküm hâline gelmiş olması hâline birbirinden farklı usul sonuçları
bağlanmasına dayanak teşkil edebilecek bir usul kuralı da bulunmadığından bu hâlde dahi kesin hükme
değer verilerek sonuca gidilmelidir.
Boşanma hüküm sonucunun kesinleştiği ancak gerekçesinin kesinleşmediği kabul edilerek boşanma
sonucu için sabit kabul edilen vakıaların boşanmaya bağlı olarak hükmedilecek yoksulluk nafakası ve
tazminat talepleri için kaldırılıp değiştirilmesi gerekçesiz biçimde bir hükmün kesinleşebileceğini kabul
etmek anlamına gelecektir. Boşanma gerekçesinin kesinleştiği kabul edildiğinde ise, boşanma için sabit
kabul edilen vakıalar ile yoksulluk nafakası ve tazminat talepleri için sabit kabul edilen vakıalar farklı
hâle gelebilecektir. Her iki durum; boşanma ve ferîlerine ilişkin maddi hukuk kurallarıyla
bağdaşmayacağı kadar usulün temellerinden olan gerekçe ve hüküm sonucu ilişkisi, hükmün gerekçeli
olması kadar bu gerekçenin çelişki içermemesi zorunluluğuyla da bağdaşmayacaktır.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde, boşanma
kararının temyiz edilmeyerek kesinleşmesi ile boşanmaya esas olan kusurun da kesinleşeceği ve istinaf
başvurusuna konu edilemeyeceğine değinen direnme kararı yukarıda açıklanan esaslara uygun olarak
verilmiş olduğu için direnme uygun bulunarak buna göre işin esasının incelenmesi için dosyanın Özel
Daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan hükmün bozulması yönünde oluşan değerli
çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.