2. Hukuk Dairesi 2019/6339 E. , 2019/12692 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : Boşanma
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı erkek tarafından, reddedilen davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 218.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, dosyanın ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oyçokluğuyla karar verildi.23.12.2019 (Pzt.)
KARŞI OY YAZISI
Eşlerin yükümlülükleri Türk Medeni Kanunu’nda açıkça düzenlenmiştir. Kanundaki bu yükümlülükler genel olarak; “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar (TMK m.185). Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Birliği eşler beraberce yönetirler. Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar (TMK m.186). Ana, baba ve çocuk, ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler (TMK m.322). Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır (TMK m. 327)” şeklinde düzenlenmiştir.
Yine Türk Medeni Kanunu’nda evlilik birliğinin sarsılması başlığı altında; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir (TMK m.166/1-2)” şeklinde genel boşanma sebebi yer almaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nda fiili ayrılık adı altında özel/ayrı bir boşanma sebebi ise düzenlenmemiştir. Ancak olayın özelliğine göre, çok uzun süreli fiili ayrılıkların, genel boşanma sebebi olan evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1-2) hukuki sebebiyle açılmış davalarda değerlendirilmesi gerekir. Çünkü, fiili ayrılık sırasında da eşlerin birbirlerine karşı yukarıda yazılı tüm yükümlülükleri devam etmektedir (TMK m. 185,186,322,327). Eşlerin birlikte yaşamalarının gerektiği (TMK m. 185/3) de önemli bir yükümlülük olduğuna göre, bu yükümlülüğe aykırı davranmak evlilik birliğini temelinden sarsar.
Uygulamada, hakaret içeren basit bir kaç sözün evlilik birliğini temelinden sarstığı (TMK m.166/1-2) kabul edilip eşlerin boşanmalarına karar verilirken, ortalama insan ömrüne göre çok uzun sayılabilecek bir süre fiilen ayrı yaşayan eşlerin evllik birliğinin temelinden sarsılmadığını kabul etmek ve boşanma davalarının reddine karar vermek, yasanın amacına uygun olamaz. Yıllarca ayrı yaşayan ve böyle yaşamaya devam etmek isteyen eşleri, kanun zoruyla bir araya getirmek de mümkün değildir.
Kuşkusuz, evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle (TMK m.166/1-2) açılan boşanma davalarında eşlerin kusurlu olup olmadıklarını belirlemek zorunludur. Fiili ayrılıklarda, ayrılığa kimin neden olduğunun, birlikte yaşamaktan kimin kaçındığının, kimin birlik görevlerini yerine getirmediğinin veya eşlerin evlilik birliğini sarsacak başka bir davranışının kanıtlanması durumlarında, kusur belirlemesi açısından sorunun çözümü kolaydır. Böyle durumlarda doğal olarak, iddia ve savunmada ileri sürülen kanıtlanmış vakıalara göre kusur belirlemesi yapılacak ve TMK’nun 166/1-2. maddesine göre koşullar oluşuyorsa dava boşanmayla sonuçlandırılabilecektir.
Peki, çok uzun süreli fiili ayrılığa karşın, fiili ayrılığa kimin neden olduğunun, kimin ortak yaşamdan kaçındığının, birlik görevlerinin yerine getirilip getirilmediğinin veya kusur sayılacak herhangi bir başka davranışın kanıtlanamaması durumlarında sorun nasıl çözülecektir?
İşte bu gibi durumlarda, eşlerin eşit kusurlu olduklarının kabul edilmesiyle sorun çözülebilir. Çünkü eşler, ortada usulen kanıtlanmış haklı hiç bir neden bulunmadığı halde, fiilen ayrı yaşamakta ve birlikte yaşamaktan kaçınmaktadır. Eşlerin bu davranışı en azından, Türk Medeni Kanunu’nda emredici olarak düzenlenen, eşler birlikte yaşamak zorundadırlar (TMK m.185/3) şeklindeki yaşam biçimine aykırıdır. Her iki eş de bu amir hükme aykırı davranmaktadır. Dolayısıyla evlilik birliği temelinde sarsılmış (TMK m.166/1) ve eşler bu sonuca eşit kusurları ile neden olmuşlardır. Bu yüzden, taraflardan birinin evlilik birliğinin sarsılması (TMK m.166/1) hukuki sebebiyle açtığı boşanma davasında, şayet çok uzun süreli fiili ayrılık kanıtlanıyorsa boşanmaya karar verilmelidir.
Böyle bir çözüm yolunun, terke dayalı özel boşanma sebebine (TMK m. 164) ilişkin düzenlemeyi işlevsiz veya etkisiz duruma getirdiğinden de söz edilemez. Çünkü, terk sebebiyle boşanma davası açılması için, eşlerden birinin samimi olarak ortak yaşamı yeniden kurmak amacıyla diğerini ortak konuta çağırması, çağrılan eşin ise geçerli bir özrü olmamasına karşın ortak konuta dönmemesi gerekmektedir. Oysa, uzun süreli fiili ayrılıklarda her iki eşin de ortak yaşamı sürdürmek gibi bir isteği/iradesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla uzun süreli fiili ayrılıkları evlilik birliğinin sarsılması nedeni (TMK m. 166/1) saymak, terk hukuki sebebine dayalı boşanmaya ilişkin yasal düzenlemeyi (TMK m. 164) etkilemez ve bu çözüm yolu terk sebebine ilişkin boşanma davalarının seçeneği (alternatifi) gibi yorumlanamaz.
Bunun birikte, TMK.nun 166/son maddesinde belirlenen üç yıllık fiili ayrılık süre koşulu da göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığının kabulü için, en az üç yıl ve daha uzun süreli ayrılıkları, çok uzun süreli fiili ayrılık olarak kabul etmek gerekir.
Somut olaya gelince, davacı erkeğin evlilik birliğinin sarsılması sebebiyle (TMK m.166/1) boşanma davası açtığı, ilk derece mahkemesince tarafların boşanmalarına karar verildiği, kararın istinaf edilmesi üzerine, bölge adliye mahkemesince ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Ancak, toplanan delilere göre tarafların dava tarihi itibariyle yaklaşık on dört yıldır fiilen ayrı yaşadıkları tartışmasızdır. Ortalama insan ömrü için on dört yıl çok uzun bir süredir. Taraflar, Türk Medeni Kanunu’nda emredici olarak düzenlenen, eşler birlikte yaşamak zorundadırlar (TMK m.185/3) şeklindeki yaşam biçimine, on dört yıl gibi çok uzun süre aykırı şekilde yaşamışlar ve halen bu aykırılık devam etmektedir.
Yukarıda yapılan tüm bu açıklamalara göre, taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık yasal olarak mümkün görülmemesine göre, boşanmaya karar verilecek yerde, davanın reddine karar verilmesi hukuka aykırı olmuştur. Temyiz edilen hükmün bozulması gerekir.
Bu sebeple sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.